9 Mayıs 2020 Cumartesi

TİP 2 DİYABET

TİP 2 DİYABET

ŞEKER HASTALIĞI NEDİR?

Şeker Hastalığı diğer adıyla DİYABET; sık görülen, ciddî sonuçlara yol açan ve pankreasın ürettiği insülinin yetersizliği veya etkisizliğinden kaynaklanan bir rahatsızlıktır.
Tıpta genellikle diyabet bilimsel adı olan “diabetes mellitus” şeklinde ifade edilir.

ŞEKER VE İNSÜLİN

Vücut, sürekli olarak kanda bir miktar şekere (glukoza) ihtiyaç duyar.
Hücrelerdeki glukoz, günlük yaşamımızı devam ettirmeyi sağlayacak enerji kaynağıdır.
İnsülin kan dolaşımındaki glukozu hücrelere taşımakla görevlidir.
Vücut basit şekerlerin tümünü genellikle glukoza çevirir.
Kanda dolaşan ve hücreler tarafından alınan şeker glukozdur.
Kan şekeri “kan glukozu” anlamına gelir.

ENERJİ KAYNAĞI OLARAK GLUKOZ

Vücudumuzdaki hücrelerin çoğu enerji kaynağı olarak yiyeceklerden aldığımız lipid (yağlar), karbonhidrat (şekerler) ve proteinleri kullanabilirler
ancak bazı hücreler sadece glukozu yani şekeri enerji kaynağı olarak alıp kullanabilmektedir.
Bunlar; Beyin, sinir hücreleri ve kanda bulunan alyuvarlardır
.

İNSÜLİN METABOLİZMASI

Kandaki glukoz düzeyleri insülin hormonu tarafından kontrol edilir.
Kan dolaşımına geçen glukoz pankreasta insülinin üretilmesine neden olur,
üretilen insülin sayesinde kandaki glukoz, hücreler içerisine alınır.
Yani, insülin hormonu şekerin hücre içine girişinde anahtar rolü oynar.
Hücre içine giren glukoz enerji için hemen kullanılabilir ya da depolanabilir.
Kan şekeri normal düzeye indiğinde insülin üretimi azalır.

İNSÜLİN VE ŞEKER HASTALIĞI

Eğer vücudun insülin üretimi yeterli değilse ya da hücreler insüline normal şekilde tepki vermeyerek direnç gösterir ise glukoz hücre içine giremez ve kan glukoz düzeyi yüksek kalır.
İşte bu durumda şeker hastalığı ortaya çıkar.
Kandaki glukoz düzeyinin yüksekliği zehir etkisi yaratır
ve vücutta birçok hücreyi tahrip eder.

Hücre içerisindeki glukozun yetersizliği de vücutta çeşitli belirtilere ve sorunlara neden olur.

GİZLİ ŞEKER

Halk arasında “gizli şeker” olarak isimlendirilen durum, normal glikoz dengesi ile diyabet arasındaki geçiş durumunu ifade eder.
Normalde açlık kan şekerinin < 110 mg/dl olması gerekmektedir.
Açlık kan şekeri 110 mg/dl’nin üzerinde, fakat 126 mg/dl’nin altında olması “Bozulmuş Glukoz Toleransı” olarak adlandırılır.

Benzer şekilde “Şeker Yükleme Testi” yapılan kişilerde 2. saatteki şeker düzeyinin 126 mg/dl veya üzerinde, fakat 200 mg/dl altında olması da “Bozulmuş Glikoz Toleransı olarak isimlendirilmektedir.
Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve tipik şeker bulguları görülmez.
Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli gurupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.

ŞEKER HASTALIĞI TİPLERİ NELERDİR?

Son yıllara kadar diyabet hastalığının iki tipi olduğu (Tip 1 ve Tip 2) düşünülmekteydi. Ancak, son dönemlerde yapılan araştırmalar ara form (Tip 1,5) diyabetin varlığını ortaya koymaktadır. Bunların dışında bazı kaynaklarda başka hastalıklar (örneğin; pankreatit) veya cerrahi müdahalelere bağlı ortaya çıkan şeker hastalarının da tip 3 diyabet olarak adlandırıldığı bilinmektedir.

TİP 1 VE TİP 2 DİYABET’İN FARKI NEDİR?

En basit ifade ile şayet hastanın vücudu insülin üretmiyorsa Tip 1, üretiyor ama kullanamıyorsa Tip 2 diyabet olarak adlandırılmaktadır.
Tip 2 diyabet hastalarında zamanla insülin üretimi azalır ve insülin ihtiyacı ortaya çıkabilir.
Ara form (Tip 1,5) diyabette ise insülin üretimi (özellikle başlangıçta) var iken, hastaların çoğunda ilerleyen yıllarda insülin depoları boşalır, insülin üretimi sona erer ve hastalık Tip 1 diyabete döner.

TİP 1 DİYABET

Vücudumuzun enerji ihtiyacı yiyeceklerimizdeki temel besin öğeleri karbonhidrat, protein ve yağlardan sağlanır.
Emilebilmek için en küçük parçalarına ayrılan bu besin öğelerinin en önemlisi “glukoz” adı verilen basit şekerdir.
Glukoz başta beyin olmak üzere vücudun tüm organlarının önemli bir enerji kaynağıdır. Hücreler ihtiyacı olan glukozu, midenin arkasında bulunan pankreas bezinin salgıladığı bir hormon yardımıyla kullanır.
İnsülin olarak bilinen bu hormon vücutta yapılamaz ise alınan gıdalar enerji olarak kullanılamayacaktır.
İnsülin hormonunun mutlak eksikliğine bağlı olarak meydana gelen şeker hastalığına Tip 1 Diyabet denilir.
Her yaşta görülebildiği gibi, sıklıkla çocukluk ve gençlik yaşlarında başlar, bu nedenle juvenil diyabet adı da verilir.
Ülkemizde 4 milyonun üzerinde olduğu sanılan şeker hastalarının %10’u, yani yaklaşık 400.000 kişi bu tip şeker hastasıdır.

TİP 2 DİYABET

Erişkinlerde görülen diyabet türüne Tip 2 Diyabet denir.
Pankreas insülin üretir fakat insülin direnci nedeniyle vücut bunu gerektiği gibi kullanamaz. Daha çok 40 yaş üzerindeki kişilerde ortaya çıkar.

Tanı: Plazma kan glukoz düzeyinin yükselmesi (aç karnına 126 mg/dl’den yüksek olması ile tanı konulur.
Tip 2 diyabetin nedeni tam bilinmemekle beraber bazı risk gruplarında görülme olasılığı daha yüksektir. Bunlar:
Kilo fazlası olan bireyler
Beslenme alışkanlığı bozuk olanlar
Sedanter yaşam tarzı olan (egzersiz yapmayan) bireyler
Ailede başka kişilerde diyabet hastalığı bulunanlar
Gebelik sırasında diyabet gelişen veya 4,5 kg’dan daha ağır bebek doğuranlar
Bir hastalığın veya yaralanmanın stresini yaşayanlar
Stresli bir hayatı olanlar

ŞEKER HASTALIĞI BELİRTİLERİ

Şeker hastalığının belirtileri hem tip 1, hem de tip 2 diyabet hastalarında benzerdir.
İlk görülen belirtiler yüksek kan şekeri ile direk bağlantılıdır. Ancak, hastaların bir kısmında yüksek kan şekerine bağlı belirtilerden ziyade, direk organ hasarı (örneğin; görme kaybı) bulguları ile diyabet tanısı konulduğu da bilinen bir gerçektir.
Tip 1 diyabette ilk başlangıç genellikle ani ve oldukça şiddetlidir. Hastaların ilk tanısı, koma halinde acil servislerde konulabilir.
Tip 2 diyabette vücutta insülin üretimi vardır ancak glukoz kontrolü için yeterli değildir ya da vücutta insüline karşı direnç gelişmiştir.
Hastalar uzun yıllar tanı almayabilirler. Belirtiler hafif olup, zaman içinde yavaş bir şekilde ortaya çıkabilir. İdrar çıkışının ve susama hissinin artışı başlangıçta hafiftir, yavaş bir şekilde belirginleşir.
Başlangıçta hastaların çoğunda yoğun bir stres gibi tetikleyici bir neden vardır ve hastalar kendilerini yorgun ve halsiz hissederler.

ŞEKER HASTALIĞI BELİRTİLERİ VE BULGULARI

SIK İDRARA ÇIKMA

Normalde böbreklerimiz kan şekeri düzeyi belli bir seviyeye gelinceye kadar bunu filtreleyip, tutar. Ancak, kandaki glukoz düzeyi 160 mg/dl’yi geçtiğinde glukoz idrara geçmeye başlar. Kandaki şeker miktarı daha da yükselirse böbrekler kandaki şeker miktarını azaltmaya çalıştığı için su atılımını artırırlar. Böbreklerden çok fazla idrar atıldığı için, diyabeti olan kişilerde idrar hacmi artar (sık ve çok miktarda idrar çıkarma) .

AĞIZ KURULUĞU, AŞIRI SUSAMA VE ÇOK SU İÇME

Böbreklerimiz kandaki şekeri süzerek, önemli bir kısmını enerji kaynağı olarak kullanılmak üzere tutarlar.
Ancak, şeker miktarı çok yükseldiğinde böbrek, bu işlevini yerine getiremez ve şekerin fazlası idrara geçmeye başlar.
Aşırı ve yoğunluğu artmış idrar çıkarma da, su kaybı ile beraber
aşırı susamaya neden olur.

ÇOK YEMEK YEME

Kan şekeri yüksek olduğu halde, insülinin yetersiz olması ya da insülin direnci nedeniyle hücre içerisine giremez. Bu da vücudun aldığı gıdayı enerjiye dönüştürememesine sebep olur.
Enerjinin eksikliği açlık hissinin artmasına yol açar.
Fazla yemek ya da normalden daha sık yemek açlık hissinin geçmesi için yeterli olmaz, kan şekerini daha da yükseltir.

İŞTAHTA ARTIŞA RAĞMEN BEKLENMEDİK KİLO KAYIPLARI

İdrarla aşırı kalori atıldığı için kişi kilo kaybedebilir.
Buna ilaveten kan şekerinin kontrolsüz yüksekliği keton cisimcikleri adı verilen ve özellikle yağ moleküllerinin yıkımı ile ortaya çıkan maddeler nedeniyle kas yıkımı yaşanabilir.

Bu durumu telafi etme ihtiyacı ile kişi genellikle açlık hisseder.
Sersemlik,
halsizlik,
bulantı,
egzersize tahammülün azalması
gibi diğer belirtiler de görülebilir.

HALSİZLİK VE YORGUNLUK

Kandaki şeker, insülinin yetersiz olması ya da insülin direnci nedeniyle hücrelere giremediğinde hücrelerde enerji eksikliği görülür, buna bağlı olarak bireyde yorgunluk ve gerginlik belirtileri gözlenir.
Yoğun tedavi alan bir diyabet hastasında bazen ilaçlar ile ilişkili olarak kan şekerinde düşme ve buna bağlı
yorgunluk hissi de ortaya çıkabilir.
Yorgunluk hissine kan şekerinin yükselmesinin mi yoksa düşmesinin mi neden olduğunu anlamak için kan şekerinin ölçülmesi gereklidir.

BULANIK GÖRME

Kandaki glukoz seviyesi çok yüksek ise vücudun tüm dokularından, bu arada göz merceğinden de su çekilir.
Bu sebeple bakılan objelere odaklanılması güçleşir, bulanık ve puslu bir görme ortaya çıkar.
Kan şekerinin normale çekilmesi ile genellikle belirgin düzelme görülür.

ENFEKSİYONLARA EĞİLİM VE SIK GEÇİRİLEN ENFEKSİYONLAR

Diyabet çeşitli enfeksiyonlara eğilimi artırır.
Deri, derialtı dokular ve kasa yayılan enfeksiyonlar görülebilir, küçük yaralar ve ülserler enfeksiyon nedeniyle daha karmaşık ve iyileşmesi zor bir duruma gelebilir, özellikle ayakta görülen enfeksiyonlar önemlidir.
İdrar yolu enfeksiyonlarına da sık rastlanmaktadır. Bunların başında mesane iltihabı (sistit) gelir.
Böbrek iltihabının gelişmesi özellikle önem taşır, çünkü diyabet kontrolünü daha da zorlaştırabilir.

DERİDE KAŞINTI VE KURULUK

Kaşıntı, derinin kuru olmasına, mantar enfeksiyonuna ya da kan dolaşımındaki bir azalmaya bağlı olabilir.
Karaciğer yağlanmasının çok ileri düzeye geldiği hastalarda bu durumdan kaynaklanan kaşıntılar ortaya çıkabilir.
Bir diğer neden de böbrek yetmezliğine bağlı, kandaki üre seviyesinin yükselmesidir.
Ayrıca, diyabet hastalarında görülen sinir iletim kusurlarına (nöropati) bağlı da kaşıntı görülebilir.

ADETTEN KESİLME

Tip 1 diyabette ergenliğin gecikmesi ve adet görememe durumları görülebilir.
Tip 2 diyabette rastlanan insülin direnci de adet düzensizlikleri ile bağlantılıdır.

TERLEME VE TİTREME

Özellikle ellerde titreme ile beraber görülen terleme durumu aksi ispat edilinceye kadar ani şeker düşmesi (hipoglisemi) olarak kabul edilir.
Diyabetin erken evrelerinde bazen kan şekerinin normalin altına düştüğü dönemler görülebildiği gibi, yanlış ilaç ve insülin tedavisi kaynaklı nedenlerle de ani kan şekeri düşmesi görülebilir.
Şeker düşmesinin asıl tedavisi, şeker yemek ya da şekerli sıvılar içmek değil, bu duruma neden olan problemin ortadan kaldırılmasıdır.

CİNSEL SORUNLAR VE CİNSEL PERFORMANSTA DÜŞÜŞ

Diyabeti olan bireylerde cinsel işlevlerde bozulmaya sık rastlanır.
Kontrol edilmeyen diyabet kan damarlarına ve sinir sistemine zarar verir. Bunun sonucunda cinsel organlarda kan akımı azalır ve his kaybı olur. Bu durum erkeklerde cinsel performans ile ilgili sorunlara, kadınlarda ise vajinal kuruluğa yol açabilir.
Diyabet ile ilişkili olabilen kalp hastalıkları ve eşlik edebilen depresyon cinsel sorunları daha da artırabilir.
Yüksek kan şekerine bağlı olarak kadın ve erkeklerde cinsel organlarda mantarlar üreyebilir, bu nedenle yanma ve kaşıntı olabilir. Bu durum tedavi edilmemesi halinde cinsel yaşamda rahatsızlık yaratabilir.

VÜCUTTAKİ YARALARIN GEÇ İYİLEŞMESİ

Kan şekerinin yüksek düzeyde devam etmesi zaman içerisinde sinirleri etkiler ve kan dolaşımının zayıflamasına yol açar.
Yaraların bulunduğu vücut bölgelerine yeterli kan ulaşmıyorsa dokunun onarımı güçleşir.
Yara aylarca açık kalabilir, iyileşme gerçekleşmeyebilir, mantar ve bakteriler yara iltihabına eklenerek gangrene dönüşebilir, uzuv kayıplarına neden olabilir.

EL VE / VEYA AYAKLARDA UYUŞMA, YANMA, KARINCALANMA VE AĞRI

Diyabete bağlı yanma ve karıncalanma gibi belirtiler öncelikle ayaklarda ortaya çıkar daha sonra bacakları, elleri ve kolları etkiler.
Ataklar şeklinde ya da kronik olarak gözlenebilir.
Şiddetli olabilir, ağrı, kaşınma, uyuşma, kas erimesi eşlik edebilir.
Diyabeti olan bireylerin yaklaşık üçte ikisinde hafiften şiddetliye doğru çeşitli formlarda sinir hasarı mevcuttur.
Birçok hastada diyabetin ilk belirtisi yanma ve karıncalanma gibi yakınmalardır.

DİYABETTE ACİL DURUMLAR

Diyabette dikkat edilmesi gereken 3 tane acil durum vardır. Bunlar:
Hipoglisemi (Ani şeker düşmesi)
Diyabetik ketoasidoz
Ketonlara bağlı olmayan aşırı şeker yüksekliği

DİYABETİK KETOASİDOZ

Tip 1 diyabeti olan kişilerde insülin üreten pankreas hücrelerinin % 90’ından fazlası kalıcı olarak kaybedilmiştir.
Belirtiler genellikle ani ve dikkat çekici şekilde başlar. Diyabetik ketoasidoz denilen durum hızla gelişebilir.
İnsülin olmadığından birçok hücre kandaki glukozu kullanamaz. Ne var ki, hücrelerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için enerjiye ihtiyaçları vardır ve şeker kullanılamadığında enerji elde etmek için yedek mekanizmalar harekete geçirilir.
Bu amaçla yağ hücreleri yıkılır ve keton cisimleri oluşur. Ketonlar hücrelere enerji sağlar ancak kanın asitlik düzeyini de artırırlar. Bu duruma da ketoasidoz adı verilir.
Diyabetik ketoasidozun ilk belirtileri aşırı susama ve aşırı idrar çıkarma, kilo kaybı, bulantı, kusma, halsizlik ve özellikle çocuklarda karın ağrısıdır.
Solunumun derinliği ve hızı artar. Keton bileşikleri nefese de geçtiği için nefeste aseton kokusu ortaya çıkar.
Tedavi edilmediğinde koma ve ölüm gelişebilir.

KETONLARA BAĞLI OLMAYAN AŞIRI ŞEKER YÜKSEKLİĞİ

Tip 2 diyabette vücutta insülin var olduğu için uzun süre tedavi edilmediğinde bile genellikle ketoasidoz gelişmez.
Öte yandan özellikle stres, enfeksiyon ya da ilaç kullanımı gibi bazı durumlarla karşılaşıldığında kan şekeri aşırı düzeyde yükselebilir.
Vücutta şiddetli su kaybı nedeniyle bilinç bulanıklığı, sersemlik ve nöbetler görülebilir.
Genellikle bu aşamaya gelmeden tanı konmuş olur.

ŞEKER YÜKSEKLİĞİ NEDEN ÖNEMLİ?

Tip 2 diyabet, genellikle insülin salgılanmasında bir yetersizlik ve/veya hücrelerin bu hormona karşı duyarlılığının azalması sonucunda gelişir.
Sindirim sistemi kaynaklı direnç hormonları ve hücre içindeki bazı sinyal mekanizmaları ya insülinin hücre içine girişine izin vermez ya da hücre içinde insüline karşı bir direnç oluşur. Bu tabloya “İnsülin Direnci” denilir.
Direnç nedeniyle insülin normal işlevini yerine getiremez. Tip 2 diyabette başlangıçta insülin salınımı artar ancak artan insülin salınımı da kandaki yüksek şeker seviyelerini azaltamaz.
İnsülin görevini yerine getiremeyince, besinlerle aldığımız şeker ve diğer besin unsurları ihtiyaç duyan hücrelere giremez.
Böylelikle, hücrelerde şeker azlığı yaşanırken, kandaki şeker seviyeleri normal değerlerin üstüne çıkar. Kandaki şekerin çok artması, zehir etkisi yaratır ve vücudun tüm hücrelerini tahrip eder (Bkz, Şekil 1).

TİP 2 DİYABET’İN İLERLEYİCİ SEYRİ

figur-1

TİP 2 DİYABET’TE TEDAVİ ESASLARI

Birinci basamak tedavi planında:
Diyet yani beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi
Yaşam tarzının değiştirilmesi
Egzersiz programlarının uygulamaya konması yer almaktadır.
Eğer, bu tedavi planı ile kan şekeri normal sınırlar içinde tutulamazsa ağızdan hap olarak alınan şeker düşürücü ilaçlar tedaviye eklenir.
Bazı hastalarda kan şekeri düzeyini normal sınırlar içinde tutabilmek için insüline ihtiyaç duyulabilir. Bu durumlarda uygun dozda insülin enjeksiyonları ile tedavi desteklenir.

BESLENME & YAŞAM TARZI

Diyabet hastalarının tedavisinde beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri kilit rol oynar.
Hastalara beslenme tarzında değişiklik yapmaları gerektiği ifade edilir ve yeni beslenme ve yaşam tarzı konusunda bilgilendirmeler yapılır.
Ne var ki, şeker hastalarının çoğu bunu uzun vadede uygulayamaz. Peki, neden ve nasıl?

BESLENME & YAŞAM TARZINA YÖNELİK KLİNİK ARAŞTIRMALAR

Diyabet hastalarında diyet ve yaşam tarzı değişimi belki de en iyi incelenmiş durumlardan biridir.
Bu amaçla, uzun vadeli araştırmalar için temel teşkil edecek bir takım uygulama sistemleri geliştirilmiştir.
Şöyle ki;

KLİNİK ÇALIŞMALARININ ÖZELLİKLERİ

Diyet ve yaşam tarzı değişimine yönelik klinik araştırmalara dahil edilen tüm katılımcılara;
Düzenli toplantılarla bir klinik çalışmanın içinde yer aldıkları sürekli olarak vurgulanır.
Kilo vermek ve kilo kaybını korumak için çok sayıda klinik ve psikolojik destek sağlanır.
Hiçbir şey yapmasalar da şekeri kötüleşmeyecek hastalar da araştırmaya dahil edilir ve…
Bireye ait kişisel kontrol kapasitesi ve obeziteye neden olacak çevre varlığı değerlendirilmez.

DİYET & YAŞAM TARZI ARAŞTIRMALARI

Tüm bu faktörlere rağmen, diyet ve yaşam tarzı değişikliklerini temel alan çalışmaların uzun dönem sonuçları hayal kırıklığıdır.
Hatta, beraberinde ilaç kullanımı dahi olsa, uzun vadede diyet yapanlar ile yapmayanlar ve ilaç kullananlar ile kullanmayanlar arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır (Bkz Şekil 2 ve 3).
sekil-2
sekil-3
Ancak, gerçek hayatta olduğu gibi toplumun çoğunluğunun yaşadıkları sizin için de geçerliyse…
Orta dereceli (VKİ’nin %3-6’sı) bir kilo kaybınız olacaktır.
Kilo verdiğiniz sürenin eşdeğeri bir sürede verdiğiniz kilonun çoğunu (hatta daha fazlasını) geri alırsınız.
En iyi ihtimalle diyabet gelişimini 3-4 yıl geciktirirsiniz ve edindiğiniz “korunma” uzun dönem sonuçlar üzerinde etki sahibi olmaz.

DİYET KONUSUNDA BİLİM NE DİYOR?

Obez hastalarda (VKİ >30 kg/m2), diyet girişimi ile hastaların %80’i başlangıçta fazla vücut ağırlığının %10’unu kaybedecek, ancak %95’in üzerindeki kısmı verdiği kiloları (hatta daha fazlasını) 2 ila 5 yıl içinde geri alacaktır*.
*Kaplan LM, Seeley RJ, Harris JL. Myths associated with obesity and bariatric surgery. Review. Bariatric Times 2012; 9(9): c5-7.

KİLO VERDİRME ARAŞTIRMALARININ SONUÇLARI

sekil-4

İLAÇ TEDAVİSİ NE DURUMDA?

Diyet ve yaşam tarzı değişikliklerinden sonra, diyabet tedavisinin en önemli bileşenlerinden birisinin ilaçlar olduğu ifade edilir.
Bakalım gerçekten de öyle mi?

TİP 2 DİYABET’TE İLAÇ TEDAVİSİ

Tip 2 Diyabet’in ilaçla tedavisi konusunda çok sayıda tartışmalı durum mevcuttur.
Öyle ki, halen uluslar arası kurum ve hatta kurumlar üstü federasyonlar doğru tedavinin nasıl olması gerektiği konusunda tartışmaktadırlar.
Bunların nedenlerine gelince;

TİP 2 DİYABET’TE İLAÇ TEDAVİSİ İLE İLGİLİ SORUNLAR

Klinik belirsizlik
Hastaya ait yetersiz bireysel monitörizasyon
Tıbbi tedaviye uyumdaki yetersizlikler
Gecikmiş / Yetersiz tedavi değişiklikleri
SONUÇ: Kronik hastalıklarda istenilen düzeyde olmayan (<%50) hastalık kontrolü.
*Turner BJ, et al. Effect of unrelated comorbid conditions on hypertension management. Ann Intern Med. 2008;148(8):578-586.
*Kerr EA, et al. The role of clinical uncertainty in treatment decisions for diabetic patients with uncontrolled blood pressure. Ann Intern Med. 2008;148(10):717-727.
*Phillips LS, et al. Clinical inertia. Ann Intern Med. 2001;135(9):825-834.
*Glynn LG, et al. Self-monitoring and other non-pharmacological interventions to improve the management of hypertension in primary care: a systematic review. Br J Gen Pract. 2010; 60):476-488.
*Martin S, et al. Self-monitoring of blood glucose in type 2 diabetes and long-term outcome: an epidemiological cohort study. Diabetologia. 2006;49(2):271-278.
*Schmittdiel JA, et al. Why don’t diabetes patients achieve recommended risk factor targets? Poor adherence versus lack of treatment intensifi cation. J Gen Intern Med. 2008; 23(5):588-594.
Lin EH, et al. Treatment adjustment and medication adherence for complex patients with diabetes, heart disease, and depression:
A randomized controlled trial. Ann Fam Med 2012; 10: 6-14.

KLİNİK BELİRSİZLİK’TEN NE ANLAMALIYIZ?

Tıp, pozitif bir bilim değildir. Yani, her zaman 2 + 2 = 4 olmayabilir.
Ama, hastaların ortak tedavilere benzer tepkiler vereceği ve benzer sonuçların ortaya çıkacağı öngörülür.
Oysa, tip 2 Diyabet’in ilaçla tedavisi için bu durum geçerli değildir.
Bu durumun açıklamasına gelince;
Geçtiğimiz yıllarda New England Journal of Medicine isimli, dünyanın en prestijli tıp dergilerinden birinde yoğunlaştırılmış şeker kontrolüne ilişkin aynı yıl içinde 3 ayrı çalışma yayınlandı (Bkz, Şekil 4 ve 5).
Bu üç araştırmanın sonuçları da birbirinden farklı idi. İşte, bu durum Klinik Belirsizlik olarak adlandırılmaktadır.

HASTALARDA YOĞUN MEDİKAL TEDAVİ İLE İDEAL ŞEKER KONTROLÜ SAĞLAMAYA ÇALIŞALIM…

1 – Yoğun şeker kontrolü ile HbA1c değerini 6.5%’in altına çekmeye çalıştığımızda hem büyük, hem de küçük damar hasarına bağlı olaylarda %10 azalma.
( ADVANCE – N Engl J Med 2008;358:2560–72)
2 – Tedaviye dirençli Tip 2 Diyabet hastalarında, yoğun şeker kontrolü ile kalp-damar hastalıkları, küçük damar hasarı ve ölüm oranlarında hiçbir anlamlı değişiklik saptanmamıştır.
(VADT – N Engl J Med 2009;360:129–39)
3 – Yüksek riskli, tedaviye dirençli Tip 2 Diyabet hastalarında yoğun şeker kontrolü sağlanmaya çalışıldığında kalp-damar hastalıklarında anlamlı bir değişiklik olmamış ve hatta ÖLÜM ORANLARININ ARTTIĞI saptanmıştır.
( ACCORD – N Engl J Med 2008;358:2545–59)

İNTENSİF TEDAVİ & KV OLAYLAR (KLİNİK ÇALIŞMALAR)

sekil-5

TİP 2 DİYABET TEDAVİSİNDEKİ GERÇEK

Hastaların 43’ünde istenilen hedeflere ulaşılabilmektedir (HbA1c < 7% ).
Şayet, hedefi biraz daha aşağıya, örneğin %6,5’in altına çekecek olursak; bu oran %20’lere düşmektedir (Bkz. Şekil 6)
sekil-6

PEKİ, SORUN NERDE?

Tip 2 Diyabet tedavisinde sorunun nereden kaynaklandığını anlayabilmemiz için bu hastalığı daha yakından tanımamız gereklidir.
Daha yakından tanımak için de Patolojisini ve Fizyolojisini, yani Patofizyolojisi’ne göz atmak gerekmektedir.

TİP 2 DİYABET PATOFİZYOLOJİSİ

Tip 2 Diyabet’te genetik bir yatkınlık ve çevresel etkenler söz konusudur.
Tip 2 Diyabet tek başına bir hastalık değil, bir mekanizmalar (etkenler) toplamıdır ve hastalık süreci öylesine karmaşıktır ki, ortaya çıkan nihai sonuç bileşenlerin toplamından daha büyüktür.
Farklı hormonlar, peptidler ve diğer moleküllerin bu komplike düzenleyici sistem içinde yer almaları sebebiyle genellikle yetersiz kalan çok sayıda baskılayıcı mekanizma bulunmaktadır.
Bu mekanizmaların başında da böbreklerin birim çalışma ünitesi olan Nefronlar (SGLT2 reseptörleri) gelir.
Hastalık ilerledikçe bu mekanizmaların yetersizliği daha da belirgin hale gelir ve ilerleyici bir seyir arz eder.
Tip 2 Diyabet hastaları farklı tedavi yöntemlerine farklı yanıtlar sergileyebilirler.
Bu nedenle bireysel yaklaşım ve tedavi gerekir. Farklı hastalar (ve durumlar) için farklı hedefler bulunmalıdır.
Hipoglisemi (ani şeker düşmesi) riski pek çok tedavi yönteminin önündeki en büyük engeldir.
Kilo alımı her zaman önemli bir sorundur.

TİP 2 DİYABET GELİŞİM SÜRECİ

Tip 2 Diyabet gelişimi ve ilerlemesi sürecinde belirleyici role sahip, 8 tane mekanizma öne sürülmüştür (Bkz Şekil 7).
Buna göre,
sekil-7

TİP 2 DİYABET: 8 KOLLU CANAVAR

Bu makaleye göre Tip 2 Diyabet’in ortaya çıkışı ve seyrinden sorumlu olan sekiz mekanizma ortaya konulmuş ve Tip 2 Diyabet’in seyrinin bu etkenler toplamı tarafından belirlendiği ifade edilmiştir.
Bu koşullardan en belirleyici olanı insülin depoları ve insülin salgılanma şeklidir.
Bir genelleme olarak, Tip 2 Diyabet hastalarına tanı konduğu anda teorik olarak insülin depolarının yaklaşık yarısını kaybettiği kabul edilir (Bkz Şekil 8).
sekil-8
İnsülin depolarının azalmasına ilaveten, bir bireyde Tip 2 Diyabet gelişimi için olmazsa olmaz koşul, erken faz insülin salgısının bozulmuş olmasıdır (MADDE 1).
Peki, nedir bu “erken faz insülin salınımı”?
Tip 2 Diyabet tanısının konulabilmesi için en önemli faktörün erken faz insülin salgısındaki bozulma olduğunu ifade etmiştik.
Vücudumuzda yemek yediğimiz zaman, iki fazlı bir insülin yanıtı oluşur.
Buna “Bifazik İnsülin Salınımı” da denilmektedir.
Tip 2 Diyabet gelişen hastalarda insülin salınımı ve beta hücre fonksiyonları bozulmuştur.
İnsülin’in pankreastan iki fazlı bir salınım şekli vardır:
İlk 30 dk’lık bölümde ortaya çıkan erken salınım
1. saatten sonra plato yapan geç salınım
Beta hücre fonksiyonu bozukluğunun muhtemel en erken göstergesi bozulmuş erken faz insülin salınımıdır. Bu sayede erken insülin yanıtı görülmez.

ERKEN FAZ İNSÜLİN SALINIMI

Erken faz insülin salınımı bozulduğunda;
1 – İnsuline duyarlı dokular şeker transferi yapamazlar.
2 – Bir insülin karşıtı hormon olan Glukagon salgısı engellenemez.
3 – Bağırsaklar ve karaciğerden serbest Yağ Asidi salınımı artar ve karaciğerdeki şeker depoları açılıp, dolaşıma şeker geçişi başlar.
4 – Kan dolaşımındaki şeker yükü artar.
Erken faz insülin salgısındaki bozulmanın nedeni, pankreastaki insülin salgılayan beta hücrelerin bozulmuş olması ve yemek sonrası insülin salgısına etki eden bağırsak kaynaklı hormonların (İnkretin) yetersiz çalışması veya bu hormonlara karşı direnç gelişmesidir (MADDE 5).
Vücudumuzda 2 temel İnkretin vardır.
Bunların içinde en iyi incelenmiş olanları GİP ve GLP-1’dir.

GİP (GASTROİNTESTİNAL İNHİBİTORY POLYPEPTİDE: SİNDİRİM SİSTEMİ BASKILAYICI PROTEİN)

On iki parmak bağırsağındaki “K” hücrelerinden salınır.
Özellikle gizli şeker aşamasındaki bireylerde seviyeleri insülin seviyelerine paralel, belirgin şekilde artar. Ağız yoluyla şekerli besin alımı bu artışın daha da belirgin seviyelere yükselmesine neden olur (Bkz. Şekil 9).
SONUÇ
Ağızdan alınan şekere karşı K hücrelerinin duyarsızlaşması
GİP reseptörlerinin duyarsızlaşması
Pankreas’taki beta hücrelerinde GİP molekülüne direnç
GiP molekülü normalde insülin hormonunun kontrolü altında 3 aşamalı (trivial) bir davranış sergiler ve yağ moleküllerinin yağ dokusu (depolama) ve karaciğer + kas dokuları (yıkım) arasındaki dağılımını kontrol eder.
GiP molekülü aktifleşip, insülin hormonu aktivitesini kaybettiğinde (örneğin, tip 2 diyabet), yağ molekülleri yağ dokusuna (depolama) kayar. Karaciğer + kasa (yıkım) giden yağ molekülleri azalır.
İnsülin’in etkisi düzeltildiğinde ise GiP molekülü aktivitesini kaybeder ve yağ molekülleri karaciğer + kasa, yani yıkıma kayar. Depolanan yağ miktarı azalır.

GİP MOLEKÜLÜ’NE AİT KISIR DÖNGÜ

sekil-9
İleum’daki (ince bağırsağın son kısmı) “L” hücreleri’nden salınır.
Kan şekerini yükselten “Glukagon” molekülü ile yarışarak onun bağlanacağı yerlere bağlanır ve etkisini bloke eder.
Tokluk hissi sağlar, insülini canlandırır ve bağırsak geçişini yavaşlatır.
Erken faz bozulmuş insülin salınımını düzelten temel faktördür.
Tip 2 Diyabet’te miktarının azaldığı gösterilmiştir.
Neticede, Tip 2 Diyabet Gelişimi ve seyrinde en önemli bileşenlerden birisi ince bağırsak kaynaklı hormonlardır.
sekil-10
Yiyecekler ince bağırsağın son kısmına ulaştıklarında; GLP-1, Peptid YY (PYY) ve Oksintomodulin (OXM) gibi tokluk hissini sağlayan hormonlar salgılanır. Bu hormonların uyarısı ile mide çıkışındaki kas dokusu kasılır ve mide içi yemekle dolarak, tokluk hissi ortaya çıkar. Bu hormonlar aynı zamanda insülin yanıtını güçlendirirler, glukagon salgısını ve bağırsaklardan glukoz üretimini baskılarlar.

TİP 2 DİYABET VE KİLO

Diyabet gelişimi üzerinde rol sahibi sekiz etkeni gözden geçirecek olursak, kilo fazlalığının sadece 2 mekanizma üzerinde (MADDE 2 ve 4) söz sahibi olduğu görülecektir.
Yani, Tip 2 Diyabet’te kilo fazlalığı her şey değildir. Hatta, bazı şeker hastalarında çok efektif kilo kontrolü sağlanmasına rağmen, aynı etkinlikte şeker kontrolü sağlanamamaktadır.
Vücudumuzda şekeri depolayıp, gerektiği koşullarda bu depoları kullanma imkanı sağlayan organlar vardır.
Bunların başında da kas, karaciğer ve ince bağırsaklar gelir. Kas dokusu şekeri sadece depo edebilme yeteneğine sahipken, ince bağırsaklar ve karaciğer şeker üretme yeteneğine de sahiptirler. Buna “endojen glukoz üretimi” adı verilmektedir (Madde 3).
Bu üretim otonom çalışır. Yani, ameliyat dışı yöntemler ile değiştirilmesi mümkün değildir.

DİYABETTE ETKİLİ DİĞER FAKTÖRLER

Sayılan 5 maddenin haricinde aşağıda yer alan 3 mekanizma da kan şekeri kontrolü üzerinde etkinliğe sahiptirler.
*Pankreas alfa hücresi ve Glukagon fazlalığı (Madde 6)
*Böbreklerden şeker geri emilimi (Madde 7)
*Beyin ve sinir hücreleri (Madde 8)
Her üç mekanizma da otonom çalışırlar. Yani, teorik olarak dışarıdan etki ile değiştirilmeleri mümkün değildir. Ancak, son bilimsel gelişmeler bizlere hem alfa hücrelerini (GLP-1 analogları ve DPP-IV inhibitörleri ile), hem de böbrekleri (SGLT-2 reseptörünü bloke eden ilaçlarla) dışarıdan ilaçlarla değiştirebileceğimizi göstermektedir.
Burada belki de en önemli olan faktör, beyin ve sinir hücresi düzeyindeki etkilerdir. Şeker hastalarına stresten uzak durmaları gerektiğinin ifade edilmesinin en önemli nedeni de bu durumdur.
Sonuç olarak;
Tip 2 Diyabet farklı mekanizmaların bir araya gelerek oluşturduğu bir durumdur.
Her hastada bu mekanizmaların baskınlığı ve etkinliği farklıdır.
Bu nedenlerden dolayı, Tip 2 Diyabet tedavisi kişiye özgü olmalıdır. Bir başkasına iyi gelen bir ilaç aynı etkinliği sizde göstermeyebilir.
Ancak her halükarda, Tip 2 Diyabet tedavisinde başarılı sonuçlar için sağlam insülin rezervlerine ihtiyacımız vardır.

KİLO & DİYABET İLİŞKİSİ

Kilo sorunları Tip 2 Diyabetin seyrini etkileyen faktörlerden sadece birisidir.
Ancak, kilo fazlalığı hem insülin direnci, hem de yağ dokusundan salgılanan olumsuz hormonlar vasıtası ile etki gösterir.
Kilolu bireylerde sonucu belirleyen en önemli kriter İnsülin Direnci iken, ciddi kilo sorunu olmayan bireylerde belirleyici insülin ve beta hücrelerinin glukoza karşı duyarlılığıdır, insülin direnci değildir.

DİYABET & DAMAR TIKANIKLIĞI

Diyabetli bireylerde yaşamı etkileyen, ölüm riskine neden olduğu gösterilmiş en büyük sorun kalp ve damar hastalıklarıdır.
Özellikle damar hastalıkları, tıkanıklık, felç ve inme gibi nedenlerle hayatı tehdit edebilir.
Tip 2 Diyabet’te iki farklı damar hastalığı vardır: Mikrovasküler (küçük) ve Makrovasküler (büyük) damar hastalığı

MİKRO VE MAKRO VASKÜLER HASAR

Tip 2 Diyabet tüm damarları etkiler. Beraberinde tansiyon sorunu da varsa, bu etkilenme hem daha erken başlar, hem de daha şiddetli olur.
Diyabette önce büyük damar hasarı gelişir. Hatta şeker hastalarının çoğunda tanı konmadan önceki dönemde dahi, büyük damarlarda etkilenme mevcuttur. Bu süreç yıllarla ifade edilir. Tanı konduğu anda, büyük damar tıkanıklığına ait sürecin %50’lik bir bölümünü tamamladığı kabul edilir.
Küçük damar hasarı ise sıklıkla şeker hastalığı tanısı konmadan kısa bir süre önce başlar. Bu süreç aylarla ifade edilir. Çünkü, büyük damar hasarı genellikle sessiz bir şekilde ilerlerken, küçük damar hasarına ait sorunlar kendilerini cilt, göz, ayak ve idrar sorunları ile belli ederler ve hastayı tedavi arayışına yönlendirirler.

TİP 2 DİYABET TEDAVİSİNİN HEDEFİ NE OLMALI?

Tip 2 Diyabet’te sağkalımı belirleyen en önemli gösterge damar tıkanıklığı ve organ hasarıdır. Bu durumda, bizim tedavimizi belirleyecek asıl gösterge aşağıdakilerden hangisi olmalıdır?
Açlık kan şekeri mi?
Tokluk kan şekeri mi?
HbA1c mi?
Mikrovasküler (küçük damar) hasarı mı?
Makrovasküler (büyük damar) hasarı mı?
Kalp ve damar sorunları mı?
Ölüm riski mi?

HBA1C (HEMOGLOBİN A1C) TEK GÖSTERGE Mİ?

HbA1c’ye hemoglobin A1c ya da kısaca A1c testi de denilmektedir.
Hemoglobin alyuvarların içerisinde bulunan ve vücuda oksijen taşıyan bir proteindir. Hemoglobin A1c, glukoz eklenmiş hemoglobindir, kandaki şeker seviyesi arttığında HbA1c düzeyi de yükselir.
Günlük kan şekeri ölçümlerinin aksine, HbA1c kanda son üç ay içindeki ortalama glukoz düzeyi ile ilgili bilgi verir.
Benzer bir test olan Fruktozamin ise yaklaşık 1 aylık kan şekeri ortalamasını gösterir.
HbA1c ne kadar yüksekse, hastanın diyabet ile ilgili ciddi sorunlar yaşama riski de o kadar yüksek olur.
HbA1c testi diyabete yönelik tedavinin ne ölçüde başarıya ulaştığını gösterebilir.
Yüksek değerler ilaçlar ya da beslenme düzeninde değişiklikler yapılması gerektiği ile ilgili sinyaller olarak değerlendirilir.
Hedeflenen HbA1c düzeyi yaş ve diğer bireysel farklılıklara göre değişebilir.
HbA1c ile ilgili en önemli nokta ise, bu değerin bir ortalama şeker göstergesi olmasıdır. Yani şekeri 100 ile 300 arasında gezen ve ortalaması 200 olan bir hasta ile şekeri 175 ile 225 arasında gezen ve yine ortalaması 200 olan başka bir hastanın HbA1c değerleri aynı olabilir (Bkz. Şekil 12).
sekil-12
HbA1c Tek Gösterge Olamaz!
Çünkü, HbA1c değeri şekerin ortalamasını gösterir. Şekerin gün içindeki dalgalanmasını göstermez.
Halbuki, organ hasarı ve damar tıkanıklığına neden olan temel faktör, kronik kan şekeri yüksekliğine ilaveten şeker seviyelerinde görülen gün içindeki dalgalanmalardır
Bu dalgalanmaya “Glisemik Variabilite” adı verilir.
sekil-13

“GLİSEMİK VARİABİLİTE” NASIL ÖLÇÜLÜR?

Gün içindeki şeker dalgalanmalarını parmak ucundan veya damardan defalarca kan alarak ölçmek, uygulanabilir bir yöntem değildir.
Bu amaçla CGMS (Continous Glucose Monitoring Sysytem: Sürekli Şeker Takip Sistemi) adı verilen bir cihaz kullanılmaktadır (Bkz. Şekil 14=Resim lazım).
Bu cihaz sayesinde 3-4 gün boyunca, her gün yüzlerce defa kan şekeri ölçümü yapılıp, bireyin şeker profili hakkında daha sağlıklı bilgi edinilmesi mümkün olabilir.
sekil-15
sekil-16

TİP 2 DİYABET’TE GERÇEK BAŞARI

Görüldüğü üzere Tip 2 Diyabet’te gerçek başarı ölçütü HbA1c değildir. Çünkü HbA1c, gün içi şeker dalgalanmalarını göstermez.
Ama, şu an için klinik pratikte kullanılabilecek en kolay ve uygulanabilir test de HbA1c’dir.
Biraz şaşırtıcı gelebilir ama, ilk resim bir şeker hastasının ameliyat öncesi, ikinci resim ise aynı hastanın ameliyat sonrası CGMS sonuçlarını içermektedir (Şekil 15-16).

İKİ KEZ ÖLÇÜN

Kan şekerini hem yemekten önce hem de sonra ölçmek diyabet kontrolünü daha iyi sağlamak için önemli bilgiler verir.
Kan şekerinizi yemekten birkaç saat sonra ölçtüğünüzde 245 gibi yüksek bir sayıyla karşılaşınca bu sonucu nasıl değerlendirmeniz gerektiğini biliyor musunuz? Yediklerinizin kan şekerine etkisini öğrenmek için kan şekerini hem yemekten önce hem de ilk lokmayı yuttuktan iki saat kadar sonra ölçmek gerekiyor. Bu konuda yapılan çalışmalar, ikili ölçümün kan şekerinin hedef aralığının dışında seyretmesinin nedenleri konusunda kritik ipuçları verdiğini gösteriyor.
Yolunda gitmeyen bir durum olduğu anlamına gelse de;
yemekten sonraki 245 mg/dl ölçümün, yemeğe 225 mg/dl ile başlamaya karşı 130 mg/dl ölçümle başlamaya göre çok farklı olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
‘Diyabetle Yaşamanın Afro-Amerikan Yolu’ kitabının yazarı uzman doktor Brown Riggs; “Eğer kan şekeriniz 225’ten 245’e, yani 20 puan yükseldiyse, bu yükselişin nedeni sadece yedikleriniz değildir. Bu bir başka sorun olduğu anlamına gelir.
Kan şekeriniz ilk yediğiniz lokmadan iki saat sonra 50 puandan fazla yükseldiyse bu, neyi ne kadar yediğinizin değişmesi gerektiği şeklinde değerlendirilmelidir.” diyor.
Kan şekerinizi kendiniz ölçüyorsanız daha sık ya da daha aralıklı ölçüm yapmanız gerekiyor olabilir. “Bu sıklık kan şekerinizin ne kadar ayarlı olduğuna bağlıdır.” diyen Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Endokrinoloji Uzmanı Yard. Doç. Dr. Özlem Çelik; “Kan şekeri düzeyleriniz hedef aralıkta ise ve kan şekeri düşüşleriniz (hipoglisemi) yoksa daha aralıklı ölçümler yapabilirsiniz. Amerikan Diyabet Cemiyeti ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Diyabet Kılavuzlarında kan şekeri düzeni sağlanana dek hastanın kendisinin açlık ve tokluk kan şekerini izlemesini önermektedir. İki çubuk, iki iğne, iki damla kan sıkıntılı bir savurganlık gibi görünse de, bu karşılaştırmalı kan şekeri ölçümleri gelecek yıllarda sağlığınızın daha iyi olmasına yararlı olabilecek ipuçları sağlar. Diyabet hastalarının kan şeker düzeylerini istenilen hedeflere getirene dek bunu uyguluyoruz. İlk 1 hafta tüm öğünlerde aç ve ilk lokmadan 2 saat sonra tokluk kan şekeri ölçümleri yapıyoruz. Hastayı tanıyoruz. İlk değerlendirmeyi yaptıktan sonra aralıklı ölçümler yaparak hastanın farkındalığını sağlıyor ve tedavi sürecini hasta ile birlikte devam ettiriyoruz.” diye ekliyor.
KAN ŞEKERİNİ İZLEMEK SİZE DENETİM SAĞLAR
Kan şekerinizi ölçmenin pek çok nedeni vardır. Bu sayede:
 Hedef ölçü düzeyinin üstünde ya da altında olup olmadığınızı belirlersiniz.
 Kullanılan ilaçların etkilerini izleyebilirsiniz.
 Diyet, egzersiz, hastalık ve diğer durumların kan şekeri düzeyini nasıl etkilediğini öğrenirsiniz. Önemli! Kan şekerinizi ölçmek diyabetinizin seyrini anlamaya ve gerekli değişiklikleri yapmaya yardımcı olur. Çünkü düzenli ölçüm yapmadan uygulayacağınız değişiklikler tahminden öteye geçmez. Kan şekeri ölçümlerinizi yemek öncesi ve sonrasında izlemek, sağlıklı beslenmek ve egzersiz yapmak diyabet denetiminde size destek olan güçlü yöntemlerdir.
Karşılaştırmalı ölçümlerden siz de yararlanabilirsiniz.
Karşılaştırmalı kan şekeri ölçümleri sayesinde kendiniz için bir ‘tehlikeli yiyecekler’ listesi oluşturabilirsiniz. Örneğin pizza, makarna veya Meksika yemekleri yediğinizde kan şekerinizin yükseldiğini bu ölçümler sayesinde keşfederseniz, sizin için ‘tehlikeli’ listesinde yer alan bu yemeklerden herhangi birini yemek istediğinizde daha küçük porsiyonları tercih edip, ekstralardan vazgeçebilirsiniz. Örneğin makarna yemek istediğinizde tabağınıza bir bardaktan az ölçüde haşlanmış makarnayı yayıp, üstüne nişastasız bol sebzeli hafif bir sos dökebilirsiniz.
Ya da sebzeleri yan yemek olarak makarnayla birlikte yiyebilirsiniz.
Bu ince ayarın gerekliliğini karşılaştırmalı ölçümler sonucunda öğrenebilir daha çok yediğiniz görünümünü sağlarken, kan şekerinizi de normal düzeyinde tutabilirsiniz.
Bu gibi uygulamalarla artık A1C (ikiden üç aylığa kadar ortalama) kan şekeri düzeyinin yüzde 12.1’den 8.1’e düştüğünü belirten bazı hastalar bu başarılarında en önemli payın düzenli ve karşılaştırmalı kan şekeri ölçümü olduğunu kabul ediyorlar.
Kan şekeri düzeyindeki iniş çıkışların etkileri düşünüldüğünde, gün boyunca her öğünde karşılaştırmalı ölçüm değerlendirmesi yapmanın sıkıntılarına değeceğine inanın.
KARŞILAŞTIRMALI ÖLÇÜMLER VE EGZERSİZ
‘Bir Pankreas Gibi Düşünmek’ adlı kitabın yazarı Gary Scheiner,
egzersizden önce ve sonra kan şekerinizi ölçmenin hem iyi bir motivasyon hem de güvenlik önlemi olduğunu belirtiyor.: “Egzersizden sonraki kan şekeri düzeyi ölçümünüzü, egzersiz öncesindeki ölçümle karşılaştırmak, egzersize zaman ayırmanın ne kadar önemli olduğunu açıkça gösterir.
Ama hipoglisemiye (düşük kan şekeri) duyarlılık geliştiren ilaçlar alıyorsanız, egzersize başlamadan önce kan şekerini ölçmek kesinlikle bir zorunluluktur. Kan şekeri güvenli düzeyin altındaysa, egzersize başlamadan önce ekstra karbonhidrat almanız gerekebilir.
Egzersizden sonra da kan şekerinizi ölçüp öncesiyle karşılaştırın. Böylece karbonhidrat katkısının işe yarayıp yaramadığını, daha çok veya daha az almanızın gerekip gerekmediğini anlayabilirsiniz. Gereken miktar beden ağırlığınız, egzersizin tipi ve aldığınız ilaçlara bağlı olarak değişebilir. En doğrusu doktorunuza danışarak en uygun olanı seçmektir.”
DİYABET YÖNETİMİNDE KAN ŞEKERİ HEDEFLERİ
Yaşınız, sağlık durumunuz ve diğer birkaç faktöre bağlı olarak dokturunuz kan şekeri düzeyi hedeflerinizi belirlemek konusunda size yardımcı olur. Amerikan Diyabet Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Kılavuzlarının yetişkinler için uygun genel değerlerini başlangıç olarak kullanabilirsiniz.
Aç karnına, yemeklerden sonra 80–130 mg/dl Yemeklerden 1-2 saat sonra <180 dl="" mg="" strong="">
Hba1c : % 7 ve altı olmalıdır. Tabii ki bu değerler hastanın yaşı, eşlik eden diğer hastalıkları, kalp hastalığı, yaşam beklentisi gibi birçok faktöre göre değişmektedir.
iki-kere-olcun-2
Tip 2 diyabetliler için günlük kan şekeri örneği
2 krep+2 yemek kaşığı pekmez+ 125 g. portakal suyu+kahve 65 g. karbonhidrat
2 krep+2 yemek kaşığı pekmez+kahve 50 g. karbonhidrat
1 ince dilim ekmek üzerin biftek, yumurta, peynir+kahve 50 g. karbonhidrat
½ bardak lor peyniri+3/4 bardak yaban mersini+1 yemek kaşığı badem+2 yemek kaşığı granola+125 g. portakal suyu+kahve 55 g. karbonhidrat
½ bardak az yağlı lor+3/4 bardak yaban mersini+1 yemek kaşığı badem+2 yemek kaşığı granola+kahve 35 g. karbonhidrat
1 adet haşlanmış yumurta+1 yemek kaşığı fıstık ezmesi+1 ince dilim tam buğday ekmeği+1 adet elma+kahve 45 g. karbonhidrat
1 adet haşlanmış yumurta+1 yemek kaşığı fıstık ezmesi+2 dilim tam buğday ekmeği+1 bardak az yağlı süt+kahve 45 g. karbonhidrat
Acıbadem Etiler Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Melis Torluoğlu; “Günlük ölçümlerinizi değerlendirerek yemek öncesi değerlerin hedefi tutturduğunu görebilirsiniz. 
Yukarıdaki örnekte de görebileceğiniz gibi 50-65 gram karbonhidrat yedikten 2 saat sonraki ölçümlerde değerler hep 180 mg/dl’nin üstünde.
Ancak kahvaltılarda sadece 35-45 gram karbonhidrat alındığında yemek sonrası değerler hedef düzeylerini tutturuyor. Karşılaştırmalı ölçüm değerlendirmeleri sizin o öğünde 45 veya daha az karbonhidrat almayı amaçlamanız gerektiğini gösteriyor.” diyor.
MANTARA UYARI DİKKAT!
Diyabet hastaları, ayak tırnaklarında tedavi edilmedikçe komplikasyonlara yol açabilecek mantarların oluşmasına daha yatkın. Tırnaklarınızda mantar oluştuğundan kuşkulanıyorsanız mutlaka bir dermatoloğa başvurmalısınız. Ayak tırnağı mantarlarını önlemenin en iyi yolu ise yine kan şekeri değerlerinizi dengede tutmak. Mantardan sakınmanın yolları ise şunlar:
 Cilt kurumasını önleyin. Kuru, çatlamış ve kaşıntılı ciltler bakteriler için bir yol oluşturur. Ayaklarınızı yıkayıp iyice kuruladıktan sonra ince bir kat losyon veya krem ile parmakları ve ayak tabanınızı iyice ovuşturun. Parmak aralarına sürmemeye özen gösterin.
 Ayak tırnaklarınızın bakımını düzenli aralıklarla yapın ya da yaptırın. Bunun için mutlaka konusunda uzman özel merkezleri tercih edin. Tırnak batmasını engellemek için tırnaklar kısa ve parmağınızın çemberine uygun eğrilikte kesilmiş olmalı.
 Tırnaklarınızı her gün gözden geçirin. Sinir uçlarınız zarar görmüş olabileceği için nasır ve yaraları hissetmeyebilirsiniz.

iki-kere-olcun-3Daha yumuşak olacakları için ayak tırnaklarınızı banyo yaptıktan sonra kesin.
Diyabetik retinopati
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ilk kez bulaşıcı niteliğe sahip olmayan salgın bir hastalık olarak nitelendirilen diyabet, hem Türkiye’de hem de dünyada ulaştığı rakamlarla endişeye neden oluyor. Küçük damar hastalığı olarak da bilinen diyabetin en çok etkilediği organların başında gözün geldiğini vurgulayan Dünyagöz Etiler’den Op. Dr. Nilüfer Köylüoğlu Ünal “Geçici görme bozukluklarından kalıcı görme kaybına kadar birçok göz sorununa yol açan diyabet, özellikle sebep olduğu diyabetik retinopati hastalığıyla Türkiye’de ve dünyada 50 yaş altı körlüğün birinci nedeni olarak karşımıza çıkıyor” diyor. 10 yıllık diyabet hastasında görülme riski yüzde 90 Diyabetik retinopatinin gelişmesindeki temel faktörün hastalığın süresi olduğuna vurgu yapan Op. Dr. Nilüfer Köylüoğlu Ünal, hastalık yaşı uzadıkça diyabetik retinopatinin gelişme riskinin de arttığına dikkat çekiyor. 5 yıldan bu yana diyabet hastası olan bir kişide diyabetik retinopati gelişme riskinin yüzde 50 olduğunu söyleyen Op. Dr. Köylüoğlu Ünal, 10 yıllık bir diyabet hastasında ise bu oranın yüzde 90’lara kadar çıktığını belirtiyor. Göz dibi muayenesi şart! Diyabetin komplikasyonlar oluşmadan kontrol altına alınması gerektiğine dikkat çeken Op. Dr. Nilüfer Köylüoğlu Ünal,
Tip 1 diyabet hastalarının hastalığın beşinci yılından itibaren, Tip 2 diyabet hastalarının ise tanı konur konmaz göz muayenesine gitmesi gerektiğini belirtiyor. Ünal, diyabetik retinopati tanısı konulduğunda hastaların zaten yaklaşık 5 yıldır fark edilmemiş diyabeti olduğunun da altını çiziyor. Özellikle diyabetik retinopati teşhisi konulan hastaların 3-4 ay aralıklarla kontrole gitmesi gerektiğini söyleyen Ünal “Diyabetik retinopati düzenli takip edilmesi gereken ciddi bir hastalıktır. Retinada meydana gelen değişikliklerin erken safhada tespit edilebilmek ve tedavideki başarı oranını korumak için özellikle diyabet hastalarının göz dibi muayenelerini aksatmamaları büyük önem taşıyor” diyor.
Diyabet, retinanın küçük damarlarını tıkayarak beslenmesini engelliyor. Diyabetik retinopati denilen bu durum eğer zamanında müdahale edilmezse retinanın tamamen kaybına ve körlüğe kadar ilerleyebiliyor.

şekeri en iyi düşüren şey sudur

Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ (İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı)
Özellikle diyabet hastaları mutlaka günde yedi-sekiz bardak su içmeli. Çünkü şekeri en iyi düşüren şey sudur. Kandaki yüksek şeker vücuttan suyla atılır.
Yaşlı hastalarda yazın şeker yükselmesinin en büyük nedeni az su içmeleri.
Az su içtikleri için şeker komasına giren hastalarımız bile var.

Diyabet dışında, böbrek taşı hastalıklarında, idrar yolu iltihaplarında da bol su içilmeli.
Kalp ve böbrek hastaları ise suyu dengeli tüketmeli.
Bazı böbrek hastaları çok su içmeli, bazıları ise sudan uzak durmalı.
Bu hastalar ne kadar su içeceklerini doktorlarına danışmalı. Biz hastalarımıza yazın farklı, kışın farklı miktarda su tüketimi öneriyoruz.

Sekiz bardak suyun yararı yok diye bir şey söyleyemeyiz. Her türlü araştırma var. Bunun tam tersini gösteren yüzlerce araştırma da var. Bu tür genellemeler doğru değil, sağlık ve tedaviyle ilgili konular kişiye göre belirlenmeli. Sekiz bardak suyun yararı yok diyerek diyabet hastaları su içmeyi bırakırlarsa bizim için facia olur.

21 Şubat 2013 Perşembe

BAMYA SUYU

ŞEKER HASTALARININ DİKKATİNE Bamyanın Faydaları: Mide ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayarak sindirim sistemine yardımcı olur. Lif oranı yüksek bir besin olan Bamya, idrar söktürücüdür ve kabızlığı gidermekte faydalıdır. Mineraller açısından da zengin bir sebze olan Bamya, halsizliğe iyi gelir. * Bamya Suyu,Yüksek Şekeri Düşürüyor..! * Dilimler halinde doğradığınız bamyayı bir bardak su içine koyun. * Bardağın ağzını kapatın ve oda sıcaklığında gece boyunca bekletin. * Kahvaltıdan önce dilimlenmiş Bamyaları çıkararak suyu için. İki hafta boyunca tekrarlayacağınız bu işlem sonucu şeker seviyesinin düştüğünü göreceksiniz….” DİYOR

23 Ocak 2012 Pazartesi

ŞEKER HASTASI DEĞİLSENİZ BİLE ŞEKERDEN KAÇININ AZ MEYVE YEYİN

Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı, geçtiğimiz Temmuz ayında Türk Tabipler Birliği Tarım, Gıda ve Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Kenan Demirkol ile bir röportaj gerçekleşti. Prof. Demirkol, röportajda şeker ve meyve konusunda ciddi uyarılarda bulundu. İşte bu röportajın tamamı:
Hocam, Başbakan’ın sözlerinden önce şunu sormak istiyorum. Gelirken bir arkadaşıma rastladım, kilolarından şikayetçidir hep. Ona “Canının istediğini ye ama çok hareket et” dedim. Yanlış mı yaptım acaba?
Sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. Bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor. Oysa kalori hesabı fiziksel bir özellik. Gıdaların kimyasal özellikleri de var. Siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. Mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! Diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. Damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.
Yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış…
Kesinlikle.
Peki ne kadar şeker kullanabiliriz?
Günde 8 kesme şeker hakkınız var. Başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.
Ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum…
O zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. Bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.
Peki hangisi daha zararlı? Tuz mu, şeker mi?
Kesinlikle şeker.
Tuz için de “Günde en fazla 6 gram alın” deniyor…
Tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren… Mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. Şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. Oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Kalp hastalığı, damar sertliği gibi…

ÇOK MEYVE YİYEN MÜTHİŞ BİR ERKEK GÖRDÜNÜZ MÜ?

İyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. O zaman ne yapacağız?
Vücudun şeker talebi yoktur. Ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir. Dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. Açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. Kan şekeri düştüğü zaman, “Eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? Mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek… O yüzden de siz aşerirsiniz. “Reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. Halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.
Yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor…
Evet. Açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma İngiltere’ye ait istatistikler var elimizde. Kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram! Yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. Kesme şekeri 4 gram gerçi ama… Demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. Tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve Almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş. Sonra bütün Avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde İngiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. Bugün Orta Avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! Ve 1815’ten günümüze kadar şeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
Merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?
Hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. Onun dışında tatlı hiç yemiyorum.
Ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır…
Doğru, çok iyi hatırlattınız. Eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. Ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? Çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. Mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. Peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğu fruktozu kendisi üretir. Fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. Çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.
Nasıl?
Eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığıyla ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. Ama insülin salgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. Dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “Pes” diyor, “Artık yeme!” Doyuruyor sizi. Yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor. Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. İşte bu çok tehlikeli. Fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. Eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. Çok şükür biz de Amerikanlaştık! Çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. Baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor… Böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.
Ama meyvedeki fruktoz doğal?
Doğal sözcüğüne bayılıyorum. Akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz? İster dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. Ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. Meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. Ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. Yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.

SİZİ KADIN, BENİ ERKEK YAPAN KOLESTEROLDÜR

Bu trigliseritin önemi ne peki?
Kolesterol masum bir maddedir. Ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. Sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. Kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. Nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. Ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler. Anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. Doğa kendi kendine zarar vermez. Çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. Ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. Dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı. Kolesterolü oksitleyen dört madde var. Bunlardan biri de fruktoz. Dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. Diyelim ki biz bir restorana gittik ve Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. Bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. Dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımız kolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Özellikle kırmızı şarap. Beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. Kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. O yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. Çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.

YEMENİZ GEREKEN EN SON ŞEY BEYAZ PEYNİRLE KARPUZ

Çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor…
Bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. Meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. Halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. Burada Taş Devri Diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. O dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. Kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. Yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. Biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. O yüzden Taş Devri Diyeti’nde “İstediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. Ama hayır. Meyve sakıncalı. İçindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı. Şimdi gelelim yine Başbakan’a… Başbakan, alkol içeceğinize meyve yiyin diye bilime son derece aykırı bir ifade kullandı.
Vallahi ben yıllardır Başbakan’ın söylediği gibi yapıyorum. Hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. Özellikle de üzüm…
Ve kendinize zarar veriyorsunuz. Çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. Unutmayın, bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
Öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?
Meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. Elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. Ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış , sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi…
Peki ya karpuz ve kavun?
Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında… Ama ben biliyorum ki mesela “Yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “Hafif yemeli. Mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. Tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. Çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. Ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz… Bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Halbuki en fazla 400 gram, yani bir dilim yenmelidir. Fazlası sağlığa zararlıdır.
Yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?
Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. Ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.
Peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?
Bir duble rakıya tekabül ediyor günde. Veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). Bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. Özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısından kansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir. Bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. Ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. Ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.
Ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor…
Elbette.
Peki neden kadın-erkek ayrımı var?
Kadının metabolizması farklı. Bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. Ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. Yani yarısı kadar…
Peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?
Bu soru çok sık soruluyor bana. “Ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye… Hayır. Önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. O yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.

HER GÜN YARIM KADEH KIRMIZI ŞARAP FAYDALI

Ben hiç içmiyorum…
Bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. Rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. Alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. Ama sınırınızı bileceksiniz.
Peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?
Bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. Yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. Tıpta, matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. Yani “Sen şunu yaparsan şu olursun!” Siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? Hep bir biyolojik değişim vardır. Ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. O da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. İki artı iki eşittir dört gibi…
Başbakan belki bu konuda haklı olabilir?
Başbakan, ne olur insanların beslenmesine karışırken, sağlıkta dönüşüm diye ciddi bir paket ortaya atarken, insanların hasta olmamasını sağlayan bir sistem sunsun. Hastaları üç dakikada muayene edip, “Performans alacağım” diye koşan hekim orduları yaratmayı başarı gibi göstermesin! Siz değerinizin kaç lira olduğunu biliyor musunuz? Sizin değeriniz 3 lira! Devlet hastanesinde bir hekim, bir hasta gördüğü zaman karşılığında aldığı para 3 lira. Bugün bir hekimin çıplak maaşı bin 200 lira. Eğer 4 bin lira gibi bir aylık gelir elde etmek istiyorsa hekim, günde 100 hasta bakmak zorunda. Peki bu mudur Türk insanına görülen reva?